NAMAZI KAZAYA BIRAKANLARIN HER VAKTE KARŞILIK SEKSEN SENE CEHENNEMDE KALACAĞI ?

NAMAZI KAZAYA BIRAKANLARIN HER VAKTE KARŞILIK SEKSEN SENE CEHENNEMDE KALACAĞI ?

و قد ورد في الخبر : من ترك صلاة حتى مضى وقتها عذب في النار حقبا.

“Her kim vakti geçinceye kadar namazı terk ederse, Cehennem de seksen sene azap edilecektir.”

Diğer rivayette ise ثم قضى kaza etse de” buyrulmuştur.

( İsmail Hakkı, Ruhul beyan, 1/34; imamı Rabbâni, el-Mektubat, 1)274.)

✓ Kabbani ( Rahimehullah) ın, takriratındaki nakline göre; ibnü Abdisselam ( Rahimehullah): ” Kasten kazaya kalan bir namazın cehennemden başka bir keffareti yoktur” demiştir.

( Reşid er-Raşid ibni Mustafa, Tahzirü’l-Müslimin min terki’s-Salati an vaktiha ve tahrimi terkiha, şu: 15)

Bu haberde geçen “Hukub” tabiri seksen sene demektir. Her sene üç yüz altmış gün kabul edilip, ahiretin her bir günü ise dünya senelerinden bin senedir.

Yani bir vakit namazı kazaya bırakmak öyle büyük günahtır ki Allah’u Te’âlâ onun cezasını tam olarak verecek olsaydı, elbette kuluna bu kadar sene azap ederdi.

Velâkin Tevbe edip kaza eden kuluna ceza vermeyerek iyilikte bulunacaktır.

( Ravzatü’l-,ulema, İsmail Hakki, Ruhul beyan: 2/276-277)

Şaka gibiler…

Şaka gibiler…

Bayramdan önce :

Adana kebapları götürmek için “ALANDAYIZ”

Bayram günü :

“Bir sürü hayvanı doğradınız elinize ne geçti”

Yahu yediğin kebaplar, Kuşbaşılar, Izgaralar, Ocak başında götürdüğün mangallar nerden geliyor zannediyorsun? Tarlada mı yetişiyor?

Allah bunlara akıl fikir versin.

Yılın 364 günü kebapları götürüler, Kurban bayramında tam fakirler et yiyecek olur, başımıza hayvansever kesilirler…

Bunlar yılın 11 ayı KIŞ UYKUSUNA yatar, Kurban bayramı gelince hepsi toplu taarruza kalkar…

Siz hiç bunların, Hristiyanların Noel gecelerinde kesilen milyonlarca HİNDİYE, İspanya’da boğa yarışlarında zavallı hayvanların sırtına saplanan mızraklara, Yahudilerin duvara vurarak parçaladikları TAVUKLARA, Çinlilerin öldürdüğü yüzbinlerce köpeğe tek kelime ettiklerini gördünüz mü? Ama kurban bayramında hepsinin hayvan severligi tutar. Çünkü dertleri İslamla, Müslümanlarla…

Kısacası ;

Yılın 11 ayı zengin yer, adı “ETTİR”

Tam fakir yiyecek olur, adı “CİNAYETTİR”

Alıntı

VERMEYİNCE MABUD NEYLESİN SULTAN MAHMUD?

VERMEYİNCE MABUD NEYLESİN SULTAN MAHMUD?

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.

Tıkandı Baba, çay getir!..

Tıkandı Baba, kahve getir!..

Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.

– Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?

– Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.

– Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.

Tıkandı Baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.

Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “ı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:

“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.

Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.

– “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.

Taze baklava, güzel baklava!

Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.

Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.

Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:

“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:

– “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.

– Geldi sultanım!

– Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?

– Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.

“Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.

“Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş;

“Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.

“Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.

Padişahın adamları ‘peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.

Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.

Baba, “niçin?” demiş. Askerler:

“Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.

“Ne olacak şimdi” demiş.

“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.

Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT.

Ahh… ! Rahmanın misafiri olmak vardı.

–Ey Gönlüm! Nedir seni mahzun eden, böylesine dağıtan? Yine geldi mi hüzün mevsimi?

–Baksana saflığı, yokluğu giymiş hacılar; kapılmış Kâbe’nin cezbesine, kurtulmuş dünya bağlarından, pervaneler gibi dönmekte. Rahmet müjdesine sığınıp, af dilemekte…

Ahh… ! Rahmanın misafiri olmak vardı.

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk” diye coşmak vardı.

“Emret yâ Rabbi, buyur yâ Rabbi! Çağırdın, geldim yâ Rabbi!” diye nazlanmak vardı.

Saadet asrındaymış gibi, Efendimizle birlikte tavafı tavafa katmak vardı.

Ben mahzun olmayayım da kim olsun?

Ahh… Efendim gibi dokunup, öpseydim Hacer’ül Esved’i. Hiç olmazsa selam verseydim, yenileseydim Rabbim ile ahdimi…

Koşuşsaydım Safa ve Merve arasında, ermek için rahmete…

Yakınlaşsaydım Hz. İbrahim gibi, Hz. İsmail gibi Rabbime…

–Ey Gönül! Kolay mı Hz. İbrahim gibi gözbebeğin evladını feda etmek? Kolay mı Hz. İsmail gibi candan geçmek? Kolay mı Hz. Hacer gibi ıssız çölde bebeğinle yalnız kalmak?

–Bize zor.

–Rabbini dost edinene değil!

–Bize zor.

–Rabbine teslim olana değil!

–Bize zor.

–Derin ve Güçlü imanı olana değil.

Sen “teslimiyeti”, “itaati”, kısaca “sevgi”yi onlardan öğren! Nelerden vazgeçtin bugüne kadar, neleri O’nun için kurban ettin bir düşün?

Belki canını değil, ama şu çok tatlı uykunu feda et! Sabah vakti, işrak vakti tam bir hac ve umre sevabı değil mi kıymetini bilene?

Evladını değil, her yıl bir kötü huyunu kurban et, bir günahından vazgeç!

Safa ve Merve’de koşamadın, ama kendin için, evladın için gayret et! Hz. İbrahim ve Hz. Hâcer gibi bir ebeveyn olabilmek için koştur. Evladın Hz. İsmail gibi bir kul olsun diye koştur.

Kâbe’yi göremedin ama “Ey Kâbe, Müminin kalbi senden daha kıymetlidir” diye yemin eden Peygamberin hürmetine gönülleri kazan, gönül yapıcı ol!

Kâbe’ye yüz süremedin, kapısına sığınıp af dileyemedin, ama Rabbin sana şah damarından da yakın. Daima huzurda olduğunu fark et!

O zaman sana da bana da bayram, dünyan cennet olur.

–Ey Rabbim! Beni ve benim gibi mahzun olanları Hz. İbrahim’in davetini işitenlerden eyle! Senin misafirin olup, nihayetsiz ikramlarına ermemizi nasip eyle! Sevgini, rızanı, yardım ve nurunu bizden esirgeme…amiiin amiiin amiiin…

Alıntı